21. yüzyılın güçlü ekonomilerine sahip ülkelerinde, masalsı bir refah hikayesi anlatılmasına rağmen, çocukluk çağı hâlâ birçok problemin pençesinde. Bu gerçeklik, Charles Dickens’ın romanlarındaki trajik kahramanların hikâyelerini çağrıştırmakla kalmıyor, aynı zamanda günümüz kapitalist toplumunun köklü sorunlarını yeniden gözler önüne seriyor. Zengin ülkeler, muazzam ekonomik büyümeleri ile dikkat çekerken, bu zenginliğin gölgesinde kalan fakir çocukların acı dolu hayatları, toplumun en zayıf halkası olarak görünmez hale geliyor. Ancak bu görünmez sorun, yapay bir utanç ve ihmal yaratırken, çözüm yollarının tam olarak devreye girmediği bir durumu da beraberinde getiriyor.
Özellikle gelişmiş ülkelerde, sosyal adaletin sağlanması gerektiği talebi giderek yükseliyor. Ancak zenginlik ve gelir eşitsizliği, bu ülkelerde hâlâ derin bir yaradır. UNICEF'in raporları, zengin ülkelerde bile çocuk yoksulluğunun alarm verici boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor. Bu raporlara göre, bazı ülkelerde çocukların neredeyse üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu durum hem sosyal hem de ekonomik bir kriz olarak kabul ediliyor. Çocukların temel ihtiyaçları yerine getirilemediğinde, eğitimden sağlık hizmetlerine kadar pek çok alanda gelecekteki gelişimlerini olumsuz etkileyen sorunlar da baş gösterebiliyor.
Avrupa'nın bir çok zengin ülkesinde eğitim, her bireyin hakkı olarak görülse de, maddi durumu yetersiz olan ailelerin çocukları, sıklıkla eğitim sisteminden dışlanıyor. Örneğin, özel okulların doyurucu bir eğitim sunduğu düşünüldüğünde, kamu okullarında öğrenim gören çocukların kaynakları yetersiz kalıyor. Sınıf mevcudu, nitelik ve eğitim kalitesi açısından büyük farklılık gösterirken, bu durum eğitimde fırsat eşitsizliği yaratıyor. Ayrıca, sağlık alanında da benzer bir tablonun varlığı dikkat çekiyor. Gelişmiş ülkelerin pek çoğu, çocukluk çağı hastalıklarıyla mücadelede güçlü sağlık sistemlerine sahip olsa da, hayati hizmetlere ulaşım noktasında engellerle karşılaşan aileler, çocuklarının tedavilerini sürdürebilmek için maddi sıkıntılarla boğuşuyorlar. Bu durum, sağlıklı bir neslin yetişmesi için gereken ortamın sağlanamadığı anlamına geliyor.
Sonuç olarak, zengin ülkelerdeki fakir çocukların sorunları, yalnızca bir Dickens romanının değil, gerçek bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu sorunların görülmesi, toplumun tüm kesimlerini harekete geçirmesi gereken bir mesele olarak önem kazanıyor. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler alanında yapılacak reformlar ve yatırımlar, bu durumu değiştirmek için elzemdir. Çocuklar, geleceğimizin teminatı olarak adlandırılıyorsa, onlara sunacağımız insanca bir yaşam ve eğitim hakkı, toplumların refah düzeyinin yanında bir sorumluluktur. Unutulmamalıdır ki, zengin ülkelerde yaşayan fakir çocuklar, yalnızca istatistik verilere veya geçmişin roman karakterlerine ait değildir; onlar, yarınlarımızı şekillendirecek olan bireylerdir ve onlara sağlanacak imkanlar, geleceği kurtaracaktır.